1 Aralık 2012 Cumartesi

YAZARLIK YÜRÜMEYE BENZER; HERKES YÜRÜR, AMA…(VERDİĞİM YAZARLIK DERSLERİ HAKKINDA)

Bir çok kişi, yazma işinin başlı başına bir alan olduğunu anlamakta güçlük çekiyor. Bir şeyleri duyumsamak, bilmek veya yaşamak, yazmak için yeterli görülebiliyor.

Duyumsamak, bilmek veya yaşamak birer kazançtır ve elbette size yazmak için eşsiz malzemeler sağlayabilirler. Ancak, ilk üçü herkeste ister-istemez bulunan birer özellik iken, yazmak bir kazanımdır. Bunu söylerken, yazarlığın herkesin yapabileceği bir şey olmadığını kast etmiyorum. Bendeniz, bir çok okurumu, arkadaşımı, dostumu veya öğrencimi yazmaya teşvik eden birisiyim. Teorik olarak, herkesin bir şeyler yazabileceğine inanırım. Fakat bu inancım sadece, yazmak konusuna karşı gerekli duyarlığı ve saygıyı duyan kişilerin hayatında gerçeğe dönüşür.

Kâğıdı ve kalemi alan herkes bir şeyler yazabilir. Ama zihninizdekileri ve kalbinizdekileri tam anlamıyla veya tam anlamına yakın bir şekilde kâğıda dökmek zordur. İşte temel sorunlar burada, yani duygu ve düşüncelerin yazıya dökülmesi aşamasında ortaya çıkarlar. Başka bir deyişle, yazarlığı farklı bir iş ve profesyonel bir alan hâline getiren, buradaki sorunlarla yüzleşme ve onları aşma becerisidir.

Bir hevesle yazmaya başlayan kişiler bazı noktaları göz ardı ederler veya genellikle bunlardan haberleri yoktur.

Birincisi kişi kendi anadillinde de konuşup-yazsa, aslında tercüme yapmaktadır. Yani yazmakta olan kişinin ana dilinin Türkçe olduğunu düşünelim; Bu kişi, aslında düşüncelerini veya duygularını Türkçe’ye tercüme etmektedir. Çünkü düşünceler ve duygular zihnimizde Türkçe olarak değil, aksine herhangi bir dilden bağımsız olarak doğarlar ve yine herhangi bir dilden bağımsız olarak var olmaya devam ederler. Biz onları yazıya dökerken, aslında onları Türkçeye tercüme ederiz. Dolayısıyla bütün tercüme çalışmalarında söz konusu olan sorunlar, anadilinizde yazarken de ortaya çıkarlar: Kendimizi iyice okumak, neler hissettiğimizi veya düşündüğümüzü iyice anlamak, uygun kelimeler, tamlamalar, ifadeler veya deyimleri bulup aslına sadık bir şekilde tercüme yapmak gibi.

İkincisi, tercümeden bir farklı olarak ortaya çıkan bir konu vardır. Tercüme yaptığınız bir eserde her şeyi tercüme edersiniz. Size hangi metin verilmişse ve tercüme etmeniz istenmişse, onu kısaltmadan veya kendinizden fikir olarak bir şey katmadan başka bir dile aktarırsınız. Fakat zihninizin ve kalbinizin söylediklerini tercüme ederken, yani yazıya dökerken, seçimler yapmanız gerekir: Hissedip-düşündüklerinizden hangi sonuçlara ulaşıyorsunuz? Zihninizden veya kalbinizden geçenleri ne amaçla kâğıda dökeceksiniz? Yazınızda bu fikirlerin veya duyguların hangilerine yer vereceksiniz ve okuyucuyu nereye götürmek istiyorsunuz? Okuyucunun neler düşünmesini, neler hissetmesini ve ne yapmasını istiyorsunuz?

Üçüncüsü, okuyucu sizin eseriniz olan metinleri okurken yalnızdır. Anlamadığı yerleri size sorma imkânı yoktur. Dolayısıyla yazdıklarınız hem içerik olarak, hem de imla kuralları ve dil kullanımı açısından açık ve anlaşılır olmalıdırlar. İçerik olarak belli bir kitleyi hedeflemiş ve yazdıklarınızı anlamak konusunda sorumluluğu okuyucunuza yüklemiş olabilirsiniz. Yani yazılarınız belli bir birikimi gerektiriyor olabilir. Ama acı gerçek şu ki, anlayacak birikimim olduğu hâlde anlayamadığım bir çok yazı görüyorum ve aslında belli bir süre geçtikten sonra kendi yazarının da o yazıyı anlamayacağını düşünüyorum!

Çünkü bu türden yazılardaki çoğu ifade, okuyucu zihninin anlayacağı açıklıkta değiller. Bunun sebebi de, yazarın bir ana fikri olmaması, kelimeleri ve imla kurallarını düzgün bir şekilde kullanmaması veya başka yazarları yeterince okumamış olması, yani çıraklık yapmıyor olmasıdır.

Bir konuda başarılı olan kişilerin, kendilerini yazarlıkta da iyi görme hatası da, onların başarısızlığını hazırlayan etkenlerdendir. Mesela kişinin konuşmaları oldukça iyidir. Dolayısıyla kendisini yazarlık konusunda da başarılı görür. Kişinin bir gün yazarlık konusunda da “başarılı olacağına inanması” hata değildir. Ama bir başka bir alanda başarıyı yakalamış olduğu için yazarlıkta da otomatik olarak başarılı olduğuna inanması yanlıştır. Kendilerine şu soruyu sorsalar yetecek: “Yahu ben yıllardır konuşmalar yapıyorum ve bu başarım zamanla beslendi. Ama yazarlık geçmişim o kadar uzun değil: Nasıl oluyor da kendimi bu konuda da başarılı sayıyorum?”

Evet dostlar, acı gerçek şu: Yazmak da bedel istiyor. Yazdığınızın on katı kadar okumuyorsanız ve sık sık da yazmıyorsanız, dikkatli olun derim. Yoksa yazdıklarınız diğer alanlardaki başarınızı da gölgeleyebilir.

Verdiğim yazarlık dersleri fikri de buradan doğdu. Yazarlık konusunda bir farkındalık vermek ve yol göstermek fikri beni bu konuda dersler vermeye itti. Evet, herkes yürüyebilir, ama yürümeden yürümeye fark vardır. Nasıl yürüdüğünüz sizi ilgilendirir. Ama bırakmak istediğiniz etkiyle yürüyüşünüz arasındaki ilişki kopuksa, o zaman sorun var demektir. Sözgelimi bir kavgaya süklüm-püklüm yürüyerek girerseniz, sonu hüsran olur. Yazarlık da böyledir.

Yanlış mı düşünüyorum?
--------------------------

www.savassenel.com
--------------------------
Konuyla İlgili diğer yazılar, öneriler: Görmek istediğiniz linkin adını tıklayınız:
Yazılı ve Sözlü İletişim Konusunda Önemli İlkeler
Neden Yazıyorum? Zorum Nedir?
Size “deli”, Bana “Yazar” Derler!
Madem ki Zekîyim, O Hâlde Kitap Okumama Gerek yok! (mu?)
Okumadan Yaşanır mı?
Araba Satın Almak, Kitap Satın Almaktan Daha Zor (mu?)
Kitaplardan neler Bekliyoruz?
Okuma Etkinliğinden Tasarruf Edilir mi? Kumdan kale yapılır mı?
Kitaplar Hep Aynı Şeyleri mi Söylerler?
Çok Kitap Okudum da Hayatım Değişti!
Kitaplarla Anılmak İsterim! Fena mı Ederim?
Kitaplar Teorik Şeyler midir?
Okumanın Bana Çocuklukta Kazandırdıkları
Çocuklar Okumayı Sevebilirler mi?
İnsanları Kaynaklara ve Özellikle Kitaplara Ulaştırmazsam Patlarım!
Arabam Olmayışı Konusunda Bütün Suç Annem ve Babam da!
-----------
Konuyla ilgili film-kitap önerileri yapmak-almak ve yorumlarınız için:
MSN
: savassenel@hotmail.com

savassenel@yahoo.com


-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------

NEDEN İNSANLAR KONUŞURLARKEN-YAZARLARKEN YABANCI KELİMELER KULLANIR?


Yıllarca İngilizce öğreten biri olarak Türkçe konuşurken yabancı kelimeler, sözgelimi İngilizce kelimeler kullanmaktan kaçındım. Aslında hangi kelimelerin yabancı olduğu, hangilerinin olmadığı sıkça tartışılıyor. Benim bu yazımda sözünü ettiğim kelimeler daha çok sesletimiyle yabancı olduğu hemen "sırıtan" kelimeler. Sözgelimi, “bugün off oldum” ifadesinde yer alan “off” kelimesi gibi. (Not: bu cümleyi kullanan birisi, gününün verimli geçmediğini anlatmaya çalışıyor)

Türkçe konuşurken yabancı kelimeler kullanmanın bir kaç sebebi olduğunu düşünüyorum:
Birincisi, Türkçe’de karşılığı olan kelimeleri kullanmak konusundaki dikkatsizliktir. Yabancı kelimeyi çok duyan veya yabancı dil öğrenen kişiler bunu yaparlar. İnsanlar yeni öğrendikleri kelimeleri ağızlarından kaçırabilirler. Bu mazur görülebilir. Ama sıkça tekrarı can sıkıcı bir konu olabilir.

İkincisi, konuşmalarında yabancı kelimeler kullanan biri ana dilini de iyi bilmiyor olabilir. Elimizde bulunan parçalı kumaşları birleştirip, sözgelimi masa örtüsü yaptığımız gibi, tam olarak bilmediğimiz iki dili de birleştirip derdimizi anlatmaya çalışabiliriz. Ana diline hâkim olmayanlar, sık sık yabancı kelimeler kullanırlar. Bu tür insanlar, sözgelimi İngilizce konuşurken de Türkçe kelimeler kullanırlar. Çünkü ne anadillerini ne de yabancı dili tam olarak bilmediklerinden, bir oradan bir buradan devam ederler.

Üçüncü sebep de bugünlerde zayıf düşürülen Türkçemizdir. Sadeleştirme adına güdükleşen bir Türkçe’yle konuşuyoruz. Sözgelimi Türkçe’de tartışma diyoruz. “Babamla tartıştık” diyen birisinin babasıyla kavga mı ettiğini yoksa fikir alışverişi mi yaptığını anlamak mümkün değildir. Halbuki müzakere, münazara, münakaşa v.s gibi kelimeler sadeleşme kurbanı olmasalardı, bu kadar sıkıntı yaşamazdık. Oysa İngilizce’de nüans belirten bir yığın kelime vardır. (Discussion, despute, debate v.s)

Dördüncüsü, bazı mesleki alanların başka ülkelerde doğmasıdır. Sözgelimi, internetle ilgili terimlerin İngilizce olması neredeyse kaçınılmazdır. Türkçeleştirmeye çalıştıkça da konu daha bir karışık hâl alıyor. Bu, durumda ne yapılabilir, uzun uzun tartışmak, müzakere etmek gerekiyor.

Çok acıdır ki, bana “İngilizce, Türkçe’den daha zengin sanırım” diyen öğrencilerim olmuştur. Burada biraz haksız bir durum da vardır. Bunu söyleyen öğrencilerimin bazıları aslında Türkçe’yi bilmemektedir. Yani, fikir dünyası bazı kavramları kendi anadilinde de öğrenmeye mecbur kalmamıştır. Kendi ana dilinde roman okumadan, yabancı dilde romanlar ya da metinler okuyunca, bazı kavramlarla önce yabancı dilde tanışmıştır. Aslında ana dilinde de olan bu kavramların, İngilizce’nin veya başka bir dilin malı ve zenginliği olduğunu sanmaktadır.

Anadilimizi tanıyalım. Bu ifade “yerli malı kullanalım” gibi bir ifade oldu ama, siz benim ne demek istediğimi sanırım anlıyorsunuz.
-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------

BANA BİR HİKÂYE ANLATIN; KEYİFLE DİNLERİM


Bir toplantıda düşüncelerim bana sorulduğunda bir hikayecik anlatmak istemiştim. Toplantıdaki arkadaşlarımdan biri “hikayeleri değil gerçekleri” konuşalım diye bana itiraz etmişti. Olayın asıl komik yanı, benim hikaye anlatmama itiraz eden arkadaşım, o sıralar sinema üzerine doktorasını tamamlamak üzere hummalı bir faaliyet içindeydi.

Sinema üzerine doktora yapan birinin gerçekçi olmayı bu şekilde önermesi bana komik gelmişti. Toplantı sonrasında ona düşüncelerimi anlattım. O da hatasını kabul etti. Sinemanın, kısaca kurgunun atası, hikayeler ve masallardır.

Hikaye anlatmak insanlara zaman kaybı gibi gelir. Fakat aslında hikayeler, uzun sürebilecek mesajları, kısa zamanda vermenizi sağlar. Ayrıca, hikayeler sadece bilgi verici değil, mesajı hissettirici bir türdür. Başka bir deyişle, mesajın sadece anlaşılmasını değil, duyumsanmasını da istiyorsanız, hikayeleme iyi bir anlatım yoludur. Karşımızdaki insanı da emek vermeye, düşünmeye davet eder. Hikayeler, mesajı tamamıyla yutulmaya hazır-çiğnenmiş bir lokma gibi vermez. Çelişki gibi görünebilir ama elbette kendi çiğnediğimiz lokmayı yemek isteriz. İşin sırrı budur. Doğrudan verilen “dijital mesajlar”, sadece bilgisayarlar için anlamlıdır.

Ayrıca, hikayeler, zihinde resimler çizer, konuyu görselleştirirler ve konunun sadece anlaşılmasını değil aynı zamanda hissedilmesini sağlarlar. Bir mesajın sadece bilinmekle kalmayıp aynı zaman da hissedilmesi de çok önemlidir. Çünkü çoğu iletişim sürecinde sorun sadece anlaşılmamak değil duyumsanmamaktır. Bunun sonucunda da empatiden, karşılıklı duygu alışverişinden yoksun kalırız. Hissetmediğimiz bir mesajın da gereğini yapmayız.

Bu açıdan, görsel araçların olmadığı zamanlarda hikayeleme çok kullanılan bir yöntem olmuştur. Hikayeler yoluyla mesajlar duygusal bir bağlama oturtulmuş ve görselleştirilmiştir. Beynin duygusal bağlam içinde aldığı ve görselleştirebildiği şeyleri daha iyi ve kalıcı bir şekilde öğrendiği söyleniyor. Yeni araç ve gereçler keşfedilmiş olsa bile bugün de masalların ve hikayelerin önemli olduğuna inanıyorum.

Ne yazık ki bu konu ihmal ediliyor. Sözgelimi son zamanlarda vizyona giren Keloğlan filmine çocukların fazla gitmediğini öğreniyoruz. Mehmet Ali Erbil’in oynadığı bir Keloğlan karakterinin çocuklara ne vereceği tartışılabilir ama bir yandan da çocuklarımızın Keloğlan’ı tanımadığı söyleniyor. Çünkü çocuklarımız masal okumuyor ya da dinlemiyorlar. Zira onlara masal okumuyor ya da masal anlatmıyoruz.

Çocukluğumda anneannemden ve anne-babamdan bol bol masal dinlemiş, şanslı biriyim. Bugün de evimizde küçüklere masallar okunur. İstedikleri zaman, sözgelimi oyun oynarken dinleyebilecekleri masal kasetleri, CD’leri vardır.

Ben masalları, hikayeleri, fıkraları severim. Bana bol bol anlatın dinlerim. Onları dinlerken gülerim ya da gözlerim dolar. Çünkü onlar gerçeğe gönderme yapar, çağrışıma açıktırlar.


-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------

Çocuklar, Yazamayan yazarlar vs.



Çocuklar ve iki yüzlü büyükler!

Bir gün sokakta yürüyorken, bir kaç dakika içinde bir olaya şahit oldum: Zaman zaman alışveriş yaptığım bir bakkalın işletmecisi başka bir adamla konuşuyordu. Bu işletmecinin oğlu olduğunu düşündüğüm bir çocuk ona bir şeyler söyledi. Fakat babası, çocuğa herhangi bir tepki vermeksizin diğer adamla konuşmasına devam etti. Çocuk da babasının kendisini duymadığını düşünmüş olsa gerek ki, yeniden babasına bir şeyler söyledi. Babanın çocuğunu duymuyor olması mümkün değildi, ama yine herhangi bir tepki vermedi. Derken çocuk üçüncü kez babasına hitap edince, adam birdenbire ve hışımla dönüp: " Sussana be!" diye başlayan bir cümleyle çocuğu kötü bir şekilde azarladı. Çocuk doğal olarak mahcup oldu. Kendi kendime şunu düşündüm: Bu adam çocuğu kendisine ilk kez hitap ettiğinde ona dönüp: "Oğlum, söyleyeceğin şey acele değilse, seninle biraz sonra konuşalım" diyebilirdi. Çünkü bu adam, dükkânına gelen müşterilerine çok iyi davranabiliyordu; başka bir deyişle nazik olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordu!

"Eşşoğlueşşek!"

Yine bir gün arkadaşlarımla bizim oradaki bir kahvede oturmak durumunda kalmıştım. Mekâna bir adam çocuğuyla birlikte geldi. Çocuk büyüklerin yer aldığı bir mecliste nasıl davranacağını bilemediğinden olsa gerek ki, oturmayıp ayakta beklemeye başladı. Babası (olacak adam) çocuğa dönüp: "Eşşoğlueşşek otursana!" dedi. Zavallı çocuk, şaşkınlıkla bir yere ilişti.

Bu insanlar, tıbben çocukları olmama durumunu yaşasalardı, doğal olarak, hastahane hastahane, doktor doktor dolaşıp tedavi yollarını arayacaklarından adım gibi eminim. ve ben de öyle bir durumda aynısını yapardım Ama Allah onlara bir çocuk veya çocuklar lutfettiğinde o küçük canlara karşı da kaba olabiliyorlar. Ben bunu büyük bir iki yüzlülük olarak görüyorum!

Bu insanların çocuklarını sevdiklerini biliyorum. Onlar çocuklarını belki de benim kendi çocuklarımı sevdiğimden daha fazla seviyorlar. Ama bu sevgilerini arabaları kadar süslemiyor, bu duygunun niteliklerini artırmıyorlar ve incelikle dışa vurmuyorlar. Başka bir deyişle, çocukları onların sevgilerini hissedemiyorlar; algılayamıyorlar.

İnsanların, sadece sevmenin yetmediğini, onu nitelikli bir hâle getirip dışa vurmaları gerektiğini bilmeleri gerekiyor.

Yazamayan yazarlar

Bir arkadaşım var ve bayan ayaklabıları imalatında çalışıyor; meslekî tabirle "zenne ayakkabı" sektöründe. Bu sebeple nerde bayan ayakkabısı görse elinde olmadan inceler. Eşiyle yürürken elinde olmadan bayanların ayakkabılarına bakıyor, bunu yapmaktan kendisini alamıyor! Bu sebeple eşiyle tartıştığı da oluyor. Çünkü aslında o sadece ayakkabılara bakarken, durum başka türlü görünebiliyor!

Buna benzer bir meslek hastalığı da bende de var. Elime bir yazılı metin geçince, ister-istemez metnin kalitesine, anlaşılabilirlik ve okunurluk derecesine bakıyorum. Falat ne yazık ki, iç açıcı olmayan yazılar görüyorum. Özellikle tercüme eserlerde durum vahim! Bir yandan da tanıdıklarımın dostlarımın internetteki sayfalarına araştırma veya onların ihtisas alanıyla ilgili olarak bilgi almak amacıyla girdiğimde de aynı durumu görebiliyorum. Hatta bazen bu türden metinleri evde yüksek sesle okuyorum ve ev halkına: "Ne anladınız bu okuduğum şeyden?" diye soruyorum ve sonunda başlıyoruz gülmeye. Çünkü anlamsız, uzun ve yazarın kendisinin bile sözgelimi bir ay sonra anlayamayacağı cümleler. Çünkü yazar kendi anlayacağı şekilde yazmış, ama bir süre sonra konuyu unutacağı için, kendisi de yazdıklarından konuyu öğrenemez! Çünkü cümleler veya metin konuyu anlatmıyor. Ben konuyu veya cümleyi anlasam da, okuma ve yazma alışkanlığımdan ötürü, yazarın ne anlatmak istedini tahmin edebildiğim için bunu başarabiliyorum!

Ben bu işi biliyorum haberiniz olsun!

Yazar olup da yazamayan bu dostlarımı uyarıyorum, ama anlatamıyorum. Belki mutevazı davrandığım içindir! Çünkü ben onları kırmadan durumu anlatabilmek için: "Ben de, daha bu işi bitirmedim ve elbette benim de eksiklerim var, ama istersen yazarlık deneyimimle sana yardımcı olabilirim" gibi cümlelerle durumu anlatmaya çalışıyorum. Ama bu "cilalı imaj" devrinde mutevazı olmaya çalışmak, bazı insanların sizi göz ardı etmelerine sebep olabiliyor. Beni dinlemek için televizyona çıkıp popüler olmamı bekliyorlar. Yahu zaten beni o zaman herkes tanıyacak! Siz bir fark ortaya koyun! Benim kalitemi anlamak konusunda kendinize yetemiyor musunuz da meşhur olmamı bekliyorsunuz? Meşhur olmayi veya televizyona çıkmayi istemıyor olamaz mıyım? Diyelim ki bir gün bugünkünden daha çok tanındım, bir çok televizyona veya radyoya davet edilmeye başladım. Siz geç kalmış olmayacak mısınız? Size zamanım kalacak mı? :)

E ben de o zaman şöyle diyeyim: "Kardeşim siz bu işi bilmiyorsunuz, ama ben biliyorum! Ya yazmayı bırakın ve kendinizi kötü bir duruma düşürmekten vaz geçin ya da arkadaş-büyük sözü dinleyin!" Nasıl? Böyle daha iyi oldu, değil mi?

-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------

KİTABI ÇIKMIŞ OLAN BİR YAZAR, DOSTLARINDAN, ARKADAŞLARINDAN VE ÖĞRENCİLERİNDEN NE BEKLER?


Arkadaşlarım, dostlarım veya öğrencilerim bana kitap satışlarının nasıl gittiğini soruyorlar. Ben de “iyi gidiyor” diyorum. Hâliyle mutlu oluyorlar. Bana kitabım hakkında bu soruyu soranların çoğu kitabımı almış oluyorlar. Fakat bazıları da kitaptan haberleri olduğu hâlde, kitabımı almamış bulunuyorlar. Ama her nasılsa kitabımın çok satmasını can-ı gönülden istiyorlar! Kitabımın iyi sattığı haberiyle yaşadıkları mutluluk, onlara kendi olası katkılarını unutturuyor. “Nasılsa kitap satılıyor, ben kitabı almasam da olur” hissine kapılıyorlar.

Onlarla aramızdaki hukuk açısından bakarsak, bu durum bana “şaka gibi” geliyor ve bana bu şaka yapıldığında, şakayı yapan kişiye yukarıdaki resimdeki gibi bakmaya başlıyorum!

Başka bir deyişle bu, bir çiçeğin büyümesini yürekten istediğini söylemek, ama ona bir damla su vermemek gibi bir şey! Halbuki bu kitap-çiçek çok su götürür!

İnsanların daha iyiye gitmesini istedikleri bir konuda, aslında katılımcı olabileceklerini unutmaları nadir bir olay değil. Bunu her yerde görebiliriz. Bir konuyu geliştirebilecek kişilerden birisi olduğumuz hâlde, kendi rolümüzü nedense unuturuz veya kendi katkımızı önemsiz görürüz. İyi bir şeyin gelişimine katkıda bulunmak, sanki başkalarının görevi gibi gelir. Halbuki, sizin attığınız veya atacağınız adım da çok önemlidir.

Kendisiyle sohbet ederek saatlerinizi harcamaya hazır olduğunuz birisinin kitabını almıyorsanız, aklıma şu gelir: Paranız zamanınızdan daha kıymetli demektir. Bu da bir dostunuz olarak beni kendi adıma değil, sizin adınıza üzer. Çünkü zaman paradan kıymetlidir. Dolayısıyla bu düşünce tarzına ulaşmış olmanızı veya en yakın zamanda ulaşmanızı diliyorum.

Elbette paranızı saçıp-savurun demiyorum. Bu hiç de akıllıca bir öneri olmaz. Ama bir yazarın iyi niyet ve temennilere ihtiyacı olduğu kadar, tirajı yüksek kitaplara da ihtiyacı vardır. Burada temel ilke şudur: Benim fikirlerimin başkalarına yararlı veya bir şekilde kazanım olduklarına inanmalısınız. Tavsiyedeki samimiyetin temel göstergeleri şunlardır: Tavsiye edilen ürünün, hizmetin veya eserin yararlı olduğuna inanmanız ve onu kullanmak üzere para harcamanız. Unutmayın insanlar güzel konuşmalardan değil, yaptıklarınızdan etkileniyorlar ve sizler de öylesiniz!

Türkiye pazarına kısa bir zaman önce girdikleri hâlde başarıyı yakalamış olan katlı pazarlama şirketlerinin sırrı buradadır. Distribütörlerine ürünleri önce kendilerinin kullanmalarını, ürünleri ve hizmetleri tanımalarını, sonra tavsiye etmelerini öneriyorlar. Bazı “uyanık” kişiler, bunu da pazarlama numarası olarak açıklasalar da, bu basit bir “kurnazlık” değil, çok mantıklı bir “pazarlama taktiğidir.” Evet taktiktir, ama “kurnazlık” ve “aldatma” içermiyor.

Özetle, bana kitap satışlarımın nasıl gittiğini soran kişilere, ilgilerinden dolayı müteşekkir olduğumu söylemek isterim. Ama kitabımı kendisi almış bir şekilde bana bu soruyu soranlara daha fazla müteşekkirim! Hatta bazıları herhangi bir şekilde bir dostlarına hediye vermekleri gerektiğinde, kitabımı hediye ediyorlarmış. Bir öğrencim bunu Babalar Gününde yapmış!

Kitabımı satın alıp, okuyup tavsiye edenlere daha çok müteşekkirim diyorum çünkü onlar sayesinde, yazmaya ve okumaya daha fazla zaman ayırıp, daha çok eser verebilirim. Girişimcilere, karmaşık piyasa koşullarında yaşadıkları “travmayı” atlatmaları, gençlere hedefleri konusunda ve daha bir çok kişiye bir çok konuda daha fazla yardımcı olabilirim. Ünlü olmak mı? Onu hiç sevmedim. Ünlü olmak, benim yolumun sonu değil, olsa olsa “katlanmak” zorunda kalacağım ve “bunaltıcı” bir yan ürün olabilir.

Kitabımı büyük kitapçılarda, internet mağazalarında bulabilirsiniz. Gittiğiniz bir kitapçıda raflarda kitabımı göremezseniz, mutlaka görevlilere sorunuz. Bir yerlerden bulup-getiriyorlar!


-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------

SİZE DELİ, BANA YAZAR DERLER


Yazar olmak çok güzel bir şey, biliyor musunuz? Gördüğünüz, yaşadığınız ya da duyumsadığınız her şey size yazmanız için ilham verebilir. Gördüğünüz bir çocuk, dalgın bir kadın, çalışmaktan yorulmuş bir erkek, komik bir olay, kendi saflığınız, düştüğünüz komik ya da acı durumlar, kısaca her şey.

Ben asansörde yanlış katta inip başla bir odanın kapısını açmaya çalıştığımı, Çince konuşurken etrafımdaki Çinlilerin bana güldüklerini, yağmurun beni duygulandırdığını ve buna benzer bir sürü şeyi anlatabilirim ve “karizmam” çizilmez. Okurların bana gülmeleri ya da benimle duygulanmaları beni güçlendirir, benim başarım olur. Kimse beni zayıf görmez. Başkalarının anlatmaya çekindikleri şeyleri ben, rahatça anlatabilir, dile getirebilirim. Size “dalgın”, “aşık”, “deli” diyebilirler ya da başka bir isim takabilirler. Ama benim adım sadece “yazar” olarak kalacaktır.

Peki her şeyden konu çıkarmak o kadar kolay mıdır? Konu çıksa da onu duyumsayabilmek, sonra da en zoru onu kelimelere dökmek o kadar basit midir? Elbette hayır. Önce alıcıları açmak gerekir. Bir fotoğrafçıyı anlatmışlardı bana. Fotoğraf makinesini almadan kendisini sokağa atar ve fotoğraflık görüntüler arar, böyle bir an yakaladığında fotoğraf çeker gibi bir gözünü kırparmış. Böylece kendisindeki o sanatçı farkındalığını güçlendirirmiş.

Yazarlık ta fotoğrafçılıktan farklı değildir. Her yerde bir şeyler oluyor, ama bunu farkında olmalısınız, farkında olduğunuz şeyleri duyumsamalısınız. Hüznünü ya da neşesini hissetmelisiniz. Okumalısınız, yazmalısınız, dinlemeli, görmelisiniz. Elbette her şeyi göremezsiniz ve her şeyi farkında olamazsınız. Ama farkındalığınız geliştikçe gördüklerinizden, okuduklarınızdan, dinlediklerinizden ve yaşadıklarınızdan size çok şey kalır. Sonra bunları sabırla yazmalısınız. Yazdıklarınızı tekrar okumalısınız, düzeltmelisiniz. Yazdıklarınızla anlatmak istedikleriniz birbirine yaklaşana kadar vazgeçmemelisiniz.

Bu arada çok beslenmelisiniz. Şiirler, filmler, kitaplar, sohbetler, insanlar sizin yol arkadaşınız olmalıdır. İnsanları görmelisiniz, onları farkında olmalısınız. Ortada dolaşan bir çocukta, bir gençte ya da kimsenin dikkatini çekmeyen bir adamda herkesin görmediği bir şeyi görmelisiniz.

Sözgelimi, bu yazıyı, Hong Kong’ta ve gitmeyi alışkanlık haline getirdiğim bir kafede yazıyorum. Şu anda burada herkes maç seyrediyor. Büyük bir perde var duvarda. Heyecanlarını anlamadığım yerel dilde dışa vuruyorlar. Alın size bir yazı konusu: erkekler ne bulur şu futbolda?
Yazarlık ne güzel bir şey derken, çok da hor görmeyin. Herkesin başka bir şeyler yaptığı bir zaman parçasında siz oturup yazıyorsunuz. Yazmakla, diğer alternatiflerden vazgeçiyorsunuz. Bu, o kadar da kolay değil. Bunu iktisatçılar daha iyi anlar.

Herkes yazabilir. Biraz sancılıdır, emek ister. Bazen farkındalıktan kurtulup rahatlamak ister, gereğinden fazlasını görmekten yorulursunuz. Ben yine de seviyorum yazmayı. Cennette olsam gene yazmak isterim. Dünya dediğimiz bu yerde yaşadıklarımız ya da yaşayacaklarımız az şey mi?


-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------

İçilebilen Sular; Okunabilen Yazılar ve Aydın Arıtan


Uzun yıllar önce bir akrabamıza çeşitli zamanlarda yaptığımız aile ziyaretlerinde bir şey dikkatimi çekmişti. Evdeki herkes, (bana göre) her fırsatta su içiyorlardı. Bu durumu görünce: “Biz neden bu kadar sıklıkla; her fırsatta su içmiyoruz?” sorusu aklımda yer etmeye başladı. Derken işin sırrını anladım: Bu aile Beykoz’da bulunan ve suyu gayet güzel olan; aslında gerçekten "su" olan bir çeşmeden su getirip, onu içiyorlarmış. Su da lezzetli ve güzel olunca, her fırsatta ve aslında olması gerektiği kadar su içiyorlarmış!

Biz ise terkos, yani çeşme suyu içtiğimizden ve bu su da o zamanlar pek lezzetli olmadığından, zaruret miktarı kadar, yani olması gerekenden az su içiyormuşuz! Sonraları, biz de güvendiğimiz bir şirketten su almaya, ardından dostlarımızın bize tavsiye ettiği bir su arıtma cihazı kullanmaya karar verdik. İnanın bana daha çok su içmeye başladık!

Olması gerektiği gibi olan, "ergonomik"; yani insanın yapısına ve mizacına uygun bulunan bütün ürünleri daha sık kullanırsınız. Bu sadece su için değil, aslında hayatın içindeki her şey için geçerli olan bir ilkedir. Mesela, bizim kullandığımız ve tavsiye ettiğimiz bir grup ürün vardır; Bizim tavsiyemiz üzerine, bunlardan birisini, yani diş macununu ailece kullanmaya başlayan bir bayan, eşinin dişlerini daha sık fırçalamaya başladığını söyledi. Eşi bu yeni diş macunun rahatlatan bir kokusu olduğunu ve diş etlerini tahriş etmediğini söylemiş.

Yazılar da insan zihninin ürünleridir ve dolayısıyla aynı ilke, yazılar için de geçerlidir. Sözgelimi, bazı makaleleri, kitapları veya tercüme kitapları okumakta güçlük çekersiniz. Aslında siz belli bir birikimi olan ve o yazıyı anlayabilecek düzeyde kültürlü birisi olduğunuz hâlde, sanki yazıyla boğuşursunuz. Bu “boğuşmanın” sebebi, “yazarın” insanın aklındakileri kâğıda dökmesinin yeterli olduğunu sanması, düşüncelerin kâğıda yansıtmanın ayrı-müstakil bir iş olduğunu bilmemesi veya bu işleme sürecini ortaya koyabilmek için gerekli olan bilgi ve beceriden yoksun oluşudur. Daha da acısı bu gerçeğin farkında olmayışıdır.

Bu bunaltıcı telif veya tercüme metinleri gördükçe, yazdıklarımın okunabilir ve anlaşılabilir olması konusunda yoğun bir çaba ortaya koydum. Bununla ilgili olarak yöntemlerinden en çok yararlandığım kişi ise Arıtan Yayınevi’nin sahibi ve kitaplarının editörü Aydın Arıtan Beydir. Kendisi bundan birkaç yıl önce toplam olarak 200 bin sayfa kitabı düzeltmiş olduğunu belirtmişti. Şimdilerde bu rakam daha da yükselmiştir. Hakikaten kendinin gözden geçirdiği veya yazdığı metinler, beyne, zihin akışına hiçbir engel çıkarmazlar ve kolayca okunurlar. Yani yazıyı anlayacak birikiminiz var ise, yazıyı anlamanızı engelleyebilecek metinsel engeller ortadan kaldırılmıştır.


Ben de aynı şekilde anlaşılır bir Türkçe ile yazmak ve tercüme yapmak istediğim için şöyle bir çalışma yaptım: Arıtan Yayınevine tercüme ettiğim kitaplar basılınca, bir nüshasını alıp, bilgisayarımda duran, bana ait olan ve düzeltilmemiş bulunan metni, çıkmış olan kitaba göre düzelttim. (Bu çalışmayı hâlâ yapıyorum) Yapılan değişikliklerin sebeplerini anlayamadığım zamanlarda ise Aydın Beye soruyordum. Gerçi aramızdaki bu soru-cevap faslı çok sık olmuyordu, çünkü ne yazık ki, sıklıkla görüşmek için ikimizin de zamanı kısıtlıydı. Ama anlaşılır ve okunur yazma konusunda Aydın Arıtan Beyin izinden gitmeye çalıştım.

Dolayısıyla okurlarım, yazılarımın akıcı olduğunu söylerler. Mesela bir okurum yazılarımın onun zihnine: “Boş CD’ye yazılır gibi yazıldıklarını” söylemişti. Bir başkası da genellikle internetteki yazıları okuyamadığını, ama benim yazılarımın, onun zihnine güçlük çıkarmadığını ve rahatlıkla okuyabildiğini belirtmişti. Çünkü cümlelerim, anlaşılmalarını zorlaştıracak olan her fazlalıktan “temizlenmiş” durumdadırlar. Bağlaçlar, kelimeler, ekler, özneler vs hepsi dikkatle seçilirler. Ayrıca tercümelerimde İngilizce kokmaz. Bir metnin yabancı dil kokmaması için, kullanılan kelimelerin Türkçe olmaları yetmez, diğer dilbilgisel, sözdizimsel ve anlatımsal özelliklerin de Türkçe olması da gerekir. Tabi ki, bu konuda, yani anlaşılır ve okunur yazma konusunda alınacak daha çok mesafe var! Eminim bu yazıyı da Aydın Arıtan Beye gönderdiğim de, mutlaka düzeltilecek veya daha iyi olabilecek ifadeler, cümleler vs bulacaktır!

Bu konuda çırağı olmakla övündüğüm Aydın Arıtan Bey, bütün bu çalışmalarını bir “Holistik İletişim” adlı geniş çaplı bir kitapta topladı (Kapak resmi yukarda). Bendeniz bu kitabı, yazarlık derslerimde kaynak bir kitap olarak kullanıyorum.

İnsanlar, ilhamlara, fikirlere sahip olmanın yazar olmak ve biraz yabancı dil bilmenin de tercüme yapmak için yeterli olduğunu sanıyorlar. Ama ilhamlarını, fikirlerini kâğıt üzerinde biçimlendirmek ve bir metni yabancı dilden arındırıp Türkçeye tercüme etmekse bir beceridir. Aydın Arıtan Beyin bu kitabını size öneriyorum. Bu eserin özellikle, bu kitabı iyi tanıyan bir hoca eşliğinde kulalnılmasının siz yazar adayları veya gelişmekte olan yazarlar için çok daha iyi sonuçlar vereceğini düşünüyorum.


-------------------------
-------------------------

SAVAŞ ŞENEL KİTAPLARI

AZ ACILI VE KALICI İNGİLİZCE-YABANCI DİL ÖĞRENMEK İÇİN PÜF NOKTALARI

Kitabın Tanıtım Yazısı
Kitabın Facebook sayfası
Kitabı buradan satın alabilirsiniz: Kitapyurdu.com



(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

ÇAY SAATİ İÇİN HAFİF YAZILAR


(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)




(Kitabı İmzalı Edinmek İsterseniz Bize Yazınız: savassenel@gmail.com)

-------------------